Alp Buğdaycı

Mondros Antlaşması, Osmanlı’nın 1. Dünya Savaşı sonrasında imzalanmış mağlubiyetini tescilleyen bir anlaşma olarak değerlendirilebilir. Bugün bir mağlubiyet olarak değerlendirilebilir ki öyledir, lâkin o dönem Mondros Antlaşması, Osmanlı kamuoyunda bir galibiyet olarak değerlendirilmiştir. Nitekim Mondros’tan sonra her yeri iyimser bir hava kaplamıştı. İsmet İnönü, Hatıratlar'ında bu durumu şöyle anlatır:
“Mütarekeyi feshedip mücadeleye girmek, yeniden harp açarak İtilaf Devletleri nezdinde harp yolu ile bir netice almak fikri hiç kimsede yoktu. Mütareke yapıldığı günlerdeki yaygın iyimserlik, aradan bunca zaman geçtiği ve mütareke uygulamaları bütün çıplaklığı ile ortaya çıktığı halde, hâlâ devam ediyordu. Îlk devrede mütarekeyi iyi niyetle tatbik ederek İtilaf Devletleri ile Türkiye arasında bir itimat havası kurma politikası, ilk mütareke hükümetlerinden itibaren yerleşen hâkim fikir olmuştu. İzmir'in işgali ile herkesin ayağı suya erdi.” [1]
Mondros’ta İngilizler, Türklerin ne kadar kötü bir durumda olduğunu bilmiyorlardı ve Londra, Türkiye’nin savaşı devam ettiremeyecek durumda olduğunu farkında değildi. Bu yüzden Mondros’ta İngilizler görüşmelerde çok dikkatli davranmışlardı. Dönemin önde gelen liberal aydını ve gazetecisi Ahmet Emin Yalman bu olayı hatıratında şöyle izah eder:
“Bilhassa Rauf Bey'in (Osmanlı Heyetini Rauf Orbay temsil eder) büyük bir denizci sıfatıyla dünyayı saran şöhreti ve yüksek şahsiyeti, Mondros'ta bir insaf ve anlayış havası esmesine sebep oldu. Türk heyeti, bozguna uğramış bir Türkiye'nin zavallı temsilcileri ve ricacıları diye değil, Çanakkale mucizesini yaratan şerefli bir milletin haysiyet sahibi mütareke delegeleri sıfatıyla muamele gördüler. Kendilerine askerî merasim yapıldı ve daima saygı ile muamele edildi... Rauf Bey, "Israr ederseniz harbe devam ederiz" dedi. Müzakerelerde “kayıtsız şartsız teslim" esası gitgide ortadan kalktı...” [2]
Mondros Ateşkes Antlaşmasını Osmanlı adına imzalayan Rauf Orbay ise bu dönemde Yenigün gazetesine verdiği mülakatta ise şöyle konuşur:
“Evvela İngilizlerin Türklüğün imhasını hedef almayacaklarını anladım. İkincisi, zannedildiğinin aksine olarak, memleketimizin işgal altına alınmayacağını gördüm. Sizi temin ederim ki, İstanbul'a tek düşman askeri çıkmayacaktır. Tabii birkaç subay şurada burada görülebilecektir. Fakat Tersanelerimiz de işgal olunmayacaktır. Devletin istiklâli, saltanatın hukuku, milletin izzet-i nefsi tamamen kurtulmuştur!” [3]
Mustafa Kemal Atatürk Paşa da o dönem Mondros’a sıcak baktığını ifade eder; Ali Fuat Cebesoy’a Adana’da “mütarekenin feshinden korktuğunu”[4]ifade eder. 17 Kasım 1918 günü arkadaşı Fethi Okyar’ın Liberal Gazetesi Minber’e mülakatında Gazi Paşa şöyle konuşur:
“İngilizlerin Osmanlı milletinin hürriyetine ve devletimizin istiklâline riayette gösterdikleri hürmet ve insaniyet karşısında yalnız benim değil, bütün Osmanlı milletinin İngilizlerden daha hayırlı bir dost olmayacağı kanaatiyle mütehassis olmaları pek tabiidir.” [5] [6] [7]
Ayrıca Gazi Paşa Vakit gazetesine de verdiği mülakatta İngilizleri dost olarak niteler.[8]
Gazi’nin ilk başta ilk dönemlerde Mondros’a anlık bir sempati duyduğu açıktır, fakat ardından verdiği mülakatları Lord Kinross ve Erik Jan Zürcher, Atatürk’ün pragmatizmine bağlar.[9] [10] Zira İstanbul’a gelince Atatürk durumun vehametini görmüştü fakat üzücüdür ki bu dönemde durumu Karabekir Paşa dışında ve kendisi yani Gâzi Paşa’dan başka fark eden kimse yoktu. Rauf Orbay da o dönem Siyasi Hatıratlarında, Atatürk’ün İngilizler yoluyla bir iş başarabileceğini düşündüğünü, İngilizler eliyle Yetkili bir göreve getirilip Milli Mücadeleyi öyle başlatmak istediğine dikkat çeker. [11]
Atatürk ilk başta Anadolu’ya geçip bir bağımsızlık savaşı yapmayı düşünmemiştir, ilk başta İngiliz yardımlarıyla Harbiye Nazırı olmak istemiş, ardından da Osmanlı Harbiye Nazırı olarak Milli Mücadele başlatmayı düşünmüştür.[12] Atatürk’ün aklında olan şey Anadolu’ya geçip Milli Mücadele başlatmak değil; bir şekilde yetkili bir pozisyona gelmek, ve böyle İngilizler’e karşı Topyekün mücadele örgütlemektir, Taha Akyol şunu böyle ifade eder:
“İttilaf Devletleri o dönemde tüm komutan atamalarını titizlikle kontrol etmekteydi, onun için Mustafa Kemal hiç yetkisiz olmaktansa herhangi bir yetkili görevde bulunması, isteklerini(yani Lord Curzon’un korktuğu milli ayaklanmayı) gerçekleştirmek için şarttı.”[13]
Aynı şekilde bilinenin aksine aslında Anadolu’da Milli Mücadele fikri de bu dönemde ilk Kâzım Karabekir’den çıkmıştır, Atatürk bu dönemde sorunun İstanbul’dan çözülebileceğine inanırken, bir an önce Anadolu’ya geçilmesi için ısrar eden kişi Karabekir’di.[14]
Erik Jan Zürcher ise Gazinin bu çalışmalarını “siyasi çözüm arayışı” olarak nitelendirir. [15] Tabi zaman geçtikçe Rauf Orbay dahil çoğu kişi kandırıldıklarını fark edecektir. Rauf Orbay için kırılma noktası Averof olayıdır; İngilizler İstanbul’a asla Yunan Gemisi sokulmayacağına söz verdikleri halde, Averof adlı Yunan Savaş gemisi Padişah’ın sarayının; Dolmabahçe Sarayının önünde demirler. Rauf Orbay bu durumu şöyle anlatır:
“Çeşitli vazifelerle uzun zaman aralarında bulunarak her hallerini yakandan görüp ağırbaşlılıkları, çalışkanlıkları, dürüstlükleri ve bilhassa ahde vefakârlıklarıyla takdir ettiğim İngilizler, bunlar mı idi? Böylesine bir aldanışı, kendi kendime bir türlü izah edemiyordum.” [16]
Sonuç olarak aslında Mondros aslında tepkilerle imzalanmış bir antlaşma değildir, imzalandığı dönemde İsmet Paşa’dan kısa bir süre de olsa Gazi’ye kadar herkes belli bir iyimserlik içine girmiş ve bu antlaşmayı diplomatik bir başarı olarak değerlendirmişlerdir. Nitekim Erzurum Kongresi’ndeki Manda eğilimi bu olgunun bir sonucu olarak değerlendirilebilir.
Kaynak 1: İsmet İnönü, Hatıratlar, Sayfa 164
Kaynak 2: Ahmet Emin Yalman, Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim, Sayfa 377
Kaynak 3: Salahi Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika, Sayfa 9-10
Kaynak 4: Ali Fuat Cebesoy, Milli Mücadele Hatıratları, Sayfa 44
Kaynak 5: Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi, 1918-1938, Türk Tarih Kurumu, Sayfa 8
Kaynak 6: Rauf Orbay, Siyasi Hatıratlar, SF. 238
Kaynak 7: Gotthard Jaescke, Kurtuluş Savaşı Kronolojisi, Türk Tarih Kurumu Baskısı, Sayfa 4
Kaynak 8: Gotthard Jaescke, Kurtuluş Savaşı Kronolojisi, Türk Tarih Kurumu baskısı, Sayfa 4-6
Kaynak 9: Lord Kinross, Atatürk, SF. 179-181
Kaynak 10: Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, SF. 208
Kaynak 11: Rauf Orbay, Siyasi Hatıratlar, Sayfa 243
Kaynak 12: İlber Ortaylı, Gâzi Mustafa Kemal Atatürk, Sayfa 155-156
Kaynak 13: Taha Akyol, Ama Hangi Atatürk, Sayfa 22
Kaynak 14: Karabekir bu olayı, İstiklal Harbimiz adlı kitabın 15. Sayfasında yazar. Şüphesiz ki Kazım Paşa’nın kitabında Nutuk’a karşıt bir alternatif tarih geliştirme çabası mevcuttur, mamafih bu güdüyle formüle edilen tarih yazımının analizinde şüpheci olunmalıdır. (Karabekir’in hatıratındaki bazı sorunlar için örn: Sinan Meydan, Panzehir, SF. 93-111) nitekim Nutuk’ta Atatürk, en baştan beri Anadolu yolunu düşündüğünü ifade eder(bkz: Nutuk, Sayfa 2-9) Nutuk bence Kurtuluş Savaşı dönemi için en ideal kaynakların başında da gelse dahi tüm tarih yazımlarına şüpheyle bakılmalıdır ve tarih yazıcılarının veya tarihteki aktörlerin hatasız bireyler olmadığı gözler önünde bulundurulmalıdır, hülasa Halil İnalcık Hoca bu konuda şöyle yazar: “Atatürk devrimi hakkında çalışan tarihçilerin çoğunun sıklıkla 1927'de büyük inkılap henüz yeni tamamlanmışken gerçekleşen tarihi konuşması Büyük Nutuk’a bağlı kaldıklarını düşünüyorum. Şüphesiz Nutuk dönemi için yegâne ve en önemli kaynaktır. Fakat o, esas olarak inkılapların açıklanması ve meşruiyeti bağlamında gerçekleşen ve başarısı için taktiklerin kullanıldığı bir parti kongresinde sunuldu.”[Halil İnalcık, Atatürk ve Demokratik Türkiye, SF. 61]
Nitekim bu söz konusu olayı Karabekir Paşa dışında İsmet İnönü (İsmet İnönü, Hatıratlar, Sayfa 160-161), Rauf Orbay(Rauf Orbay, Siyasi Hatıratlar, Sayfa 244-246) doğrulamaktadır.
Kaynak 15: Erik Jan Zürcher, Milli Mücadelede İttihatçılık, Sayfa 193
Kaynak 16: Rauf Orbay, Siyasi Hatıratlar, Sayfa 238
Comments