top of page
Die Schüler der Lupe

“Korkunun Kendisinden Başka Korkulacak Bir Şey Yoktur”

Doruk Karabulut



1933 yılında Franklin Roosevelt o meşhur sözünü söyler: Korkunun kendisinden başka korkulacak bir şey yoktur. Benzerleri son derece yaygın olan belki de defalarca duyduğumuz bu sözün biraz daha irdelendiğinde hayatımızın akışını olumlu yönde değiştireceğine inanıyorum.


Öğrenciler başarısız olmaktan korkuyor. Daha başarısız olmamışken hatta hayatın kendisi onlara olanaklar, hedefler ve ayrıcalıklar sunarken onlar kaygıyla boğuşuyorlar. Belki cüretkar tavırları olabiliyor ama bu kimseyi korkusuz yapmıyor. Onları özgüvenli yetiştirmeyi amaçlayan güncel pedagojik akımların atladığı bazı noktalar var, belki büyüklerinden çekinmiyorlar artık ama inanılmaz kaygılarla yaşıyorlar bu da onları mutsuz etmeye yetiyor. Zaten kaygılarının yerli mi yersiz mi olduğunu onlara telkin edecek bilgeliğe olan güvenleri önceki nesillere göre azaldı.


Şartlar olgunlaşmadan "ya böyle olursa" korkusundan bahsediyorum. Böyle yaşanmaz. Elbette bu şekilde hayatımıza yön verirsek mutsuz oluruz çünkü bu duygu bizi potansiyelimizi yaşamaktan alıkoyar. Başarısızlığın kendisinin acısı mı yoksa bir başarısızlıktan korkarak bir gün arkadaşlarlayken yemeğin ve sohbetin tadını alamamanın, ertesi gün sevdiğin diziyi izlerken odaklanamamanın onu takip eden gün nasılsa olmaz diyerek gerekli adımı atmamanın acısı mı daha büyük bunu bilmiyorum ama bir acının yerinde diğerinin ise yersiz olduğunu görüyorum.


Tabi ki korku bir yandan da bir lütuftur çünkü hayatımızı kurtarır, erken uyarı mekanizmasıdır ve bizi tehlikelerden korur. Mesela korku, yırtıcı bir hayvanın önüne onu tehdit edercesine çıkmamamızı sağladığı için bugünleri görüyoruz, bunlar rasyonel korkulardır. Fakat rasyonel olmayan korkunun hayatımızı kontrol etmesine izin verince karşılaştığımız komplikasyonlar da az değil. Peki korkumuzun rasyonel olup olmadığına nasıl karar verebiliriz?


Tabi ki düşüncemizle gerçeği ayırarak. Eğer korku düşüncemiz değil de gelmekte olan bir durum ise bununla ilgili yapacaklarımızı yaparak. O zaman büyük ölçüde zaten tehlike unsurunu ya azaltmış, ya yok etmiş, ya oturduğumuz yerde, ya da  cenin pozisyonunda olacakları ıstırap içinde beklemek yerine bu konuda adım atarak üretken ve kaliteli vakit geçirmiş oluruz. Eğer ki zaten mesele ile ilgili alınacak bir eylem yoksa bu bir korku unsuru ya da problem değildir. 


Öğrenci ödevini yapmadığı zaman ertesi gün gireceği dersle ilgili kendini huzursuz mu hissediyor? E ödevini yapsın. Çözümü var, Allah başka dert vermesin. Öğrenci işsiz kalmaktan mı korkuyor? Bunu düşünmesin, canını sıkmasın. Bu yarının hatta yarından sonrasının meselesi ve güncel meselelerinin kalitesini gelecek meselelerin kaygısı düşürmektedir. Bir yolculuk esnasında da uzun farlar açıkken seyahat etme dürtüsünü bastırmalıyız çünkü hemen önümüzdeki rögar kapağını görebilmek için ilk önce hemen önümüzü görmeliyiz. Doğru bir önceliklendirme ancak yersiz kaygılardan uzaklaşarak gerçekleşir.


Korku illet bir şeydir ve mumkun mertebe durdurulmalıdır. Bununla beraber cesaret de olumlu sonuçlara yol açmak için çok önem arz eder. Biz arabeski severiz, iyimser insanlara bıyık altından güleriz, hayal kırıklığı yaşamamak için olumsuza hazırlarız kendimizi, hatta bazi iddialı yaklasimlari "cahil cesareti" diye adlandırırız ama cahil cesareti  karamsarlıktan yeğdir.


Türlü yarışmalar duyuruyoruz hem de dünya çapında, edebi, sanatsal ya da bilimsel çalışmalarda verimli rekabete olanak tanıyan birçok organizasyon var. Neden başvuru sayımız az? Çünkü nasılsa 1. Singapur'dan çıkar diye mi? E böyle olmaz? O yarışmaya hazırlanmak için geçirilen vakit dahi bizlere bir şeyler katacak, bunun için harcanan zamana değmez mi? Kaldı ki sadece başvuru yaparak ansızın hayatı değişen birçok örnek görüyoruz. Yer alınan bir yarışma, rastgele doldurulan bir başvuru formu hayatı tartışılmaz bir olumlulukla değiştirirken bunun için verilen emeğe değmez mi? Saatlerce dizi izlerken, bilgisayar oyunu oynarken mi vakit bulamamaktan ya da zaman tasarrufundan bahsedelim? Bence o formu doldurmak en iyi seçenek. En kötü ihtimal hiç adım atmamış kadar başarısız oluruz. Kaybedecek hiçbir şey yok ama kazanacak çok şey var.


Korku yaymak, yıldırmak ya da caydırmak zaten başlı başına tahrip ve kontrol amaçlı kullanılan psikolojik savaş unsurlarıdır dolayısıyla bu duyguların kasıtlı ya da kasıtsız olarak bize yön vermesine izin vermemeliyiz. Korku bizi rasyonel ve büyük tehlikelerden korurken iyi ama önemli unsurlardan değil de ihtimalsiz tehlikelerden çekinir hale getirirse manevra kabiliyetimizi de yok eder, öylece dururuz.

 

Bütün despotizm ögeleri güvenliği sağlama vaadiyle gelir. CCTV yani sokak başı mobese kayıtları, giriş çıkış yaparken bastığımız kimlik kartları ve her metrekareye 200 polis düşen bir distopya hayal edin. Tüm bu unsurlar güvenlik gerekçesiyle tanıştırılır kimse "kötüyüm ben kötüyüm hahaha" diye sizin özgürlüğünüzü sınırlamaya kalkışmaz. Önce korku tanıtılır sonra da özgürlük sınırlanır. Prensip olarak bir diktatörün korku mekanizmasını kullanarak kitleleri kontrol etmesini anlasam da biz bunu kendimize neden yapıyoruz? Kimse kendi kendini korkutmasın, en azından korku unsurunu minimuma indirsin. Sonuçlarını düşünsün, önemli bir kayıp yoksa kurgusal bir ihtimal için bugünü mahvetmenin anlamı nedir?


Korkuların kenarda durmasında bir sakınca yok hepimizin korkuları vardır ve bu da son derece normal ama korkunun eylemlerimizi kontrol etmesi bizi layık olduğumuz hayatı yaşamaktan alıkoyacaktır ve buna izin verirsek o başvuru formunu dolduramayız, en sevdiğimiz insanlarla tanışamayız üstelik bugünün önceliklerini de belirleyemeyiz. Akıllı ol sözcüğünü uyarı için ve temkinli olmak için tekrar ederiz. Kötümser bir konotasyon var yani neresinden bakarsanız bakın. Artık akıllı olmayı yerinde olmayan korkulardan arınıp umutla hareket etmek için denemekte fayda var.






35 görüntüleme

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


Yazı: Blog2_Post
bottom of page